Hindistan´da hemen her sicak güney ve dogu ülkelerinde oldugu gibi, üstü açik damlar evlerin bunaltici havasindan kurtulup rahat uyuyabilmek ve ferah bir sekilde ibadet yapabilmek için kullanilir. Iste böyle sicak günlerden birinde, küçük Inayat Khan namaz kilmayi belkide yeni ögrendigi siralarda son zamanlarda büyük bir sevkle yaptigi ibadetlerinden hiç bir netice alamadigi kanisina kapilir birdenbire. Her gün yöneldigi Allah´i ona hiç cevap vermemektedir. Görmedigi, bilmedigi Allah´a artik ibadet etmek istemez ve gençligin verdigi ateslilik ve kizginlikla dedesi Mouvla Baks´a dogru bagira, bagira gider : "Dede, dede, ben artik namaz kilmayacagim. Günlerdir kiliyorum, fakat bir türlü Tanri bana cevap vermiyor" diyerek sezaranda bulunur. 1800 ´lü yillarin sonunda geçen bu hadisede Inayat Khan´in dedesi olan Mouvla Baks ailenin en büyügü olup, ailenin otoriter yöneticisidir. O devirde bu tarzda büyüklerle konusmak hiçte olagan degildir. Ama olayin mühimiyatini gören dede, çocugun dini yasantisinin verilecek cevaba göre yönleneceginin tam bilincinde olarak, büyük bir sevecenlikle torununu kucagina oturtur ve onun tüm yasamini etkileyecek bir Kuran-i Kerim ayeti zikrederek, Tanri ile kisi iliskisini anlatmaya çalisir : "Allah Teala´nin isaretleri dünya´da ve senin içindede görülebilir ve dünya´da senin içindedir." Tanri ile insanin iliskisi okyanusla dalganin iliskisine benzer. Bir dalga okyanustan nekadar ayri ve farklidir ?" Bu tasavvufi sözler küçük Inayat´in belleginden silinmeyecek ve onun daha sonra ögrenecegi ve yorumlayacagi Sufi felsefesinin mihenk tasi olacaktir.
1882 yilinda Hindistan´in Gucarat Eyaletinin Baroda sehrinde müzisyen bir ailenin çocugu olarak dünyaya gelir Inayat Khan. Dede Mouvla Baks zamanin en ünlü müzisyenlerinden olup, Hint müziginin notalarla ilk olarak yaziya dökülmesini saglayan, yani Hint do, re , mi fa, sol´ünü (sa re ga ma...) yaziya döken kisidir ve kurdugu Hindistan´in modern anlamdaki ilk müzik okulu"Gayansala" hala Baroda kentinde islevini sürdürmektedir. Matriyark bir aile kurulusunu kendine prensip eden Mouvla Baks, kizini Inayat Khan´in babasi Rahmat Khan´a ancak iç güveysi olmak sartiyla verir. Bu da torunlarin böyle bir büyük müzisyen ruhla dedenin ölümüne kadar (1896)beraber yasama firsatini vermistir. Dedesinden aldigi büyük ilham ve müzik teknigi ile zamaninin en iyi müzisyenlerinden olan genç Inayat Khan, henüz daha 18-19 yasi civarinda iken tüm Hindistan´i dolasip çesitli maharaca saraylarinda konserler verir, büyük begeni kazanip, meshur olur. Nevar ki arayici ruhu, bazi maharacalardan yanlarinda kalip, saray müzisyeni olma tekliflerini kabul etmez. O genç yasinda müzisyen olarak Hindistan´i dolasmaya devameder. Bu arada bir çok degerli insanla tanisir ve ayni zamanda ailesinden ve okuldan sahip oldugu müslüman kültürü yani sira, hint kültürünün diger farkli yelpazesinide yakindan ve otantik olarak tanima firsatini elde eder ki, ilerki yillarda yasantisinda bu deneyimlerinin izleri etkili bir biçimde görülecektir. Dedesi ve genç yastaki Hindistan müzik turunun yanisira iki mühim etken daha vardir ki, bunlar da Inayat Khan´in yasantisinda mihenk tasi olmuslardir. Birincisi amcasi Dr. Pathan ve onun Ingiltere seyahatidir. Belirli bir süre Ingiltere´de yasayan Dr. Pathan, tekrar Hindistan´a geri döndügünde beraberinde modern ingiliz dünyasinida getirir ve bunu yegenlerine asilar. Bu etki Inayat Khan´in kiyafetinde ve fikirlerinde hemen görülmeye baslar. Zamaninin kravat ve takim elbisesi ile dolasan genç Inayat hatta zaman, zaman muhafazakar kesimlerden tepki bile alir. Bir keresinde trende seyhat ederken, ayni kompartimanda oturan bir muhafazakar müslümana, biz müslümanlar kardesiz diye hitap eder ve akabinde, sen bu halinle benim kardesim olamazsin cevabini alarak terslenirde. Ve yine zamaninda büyük müzisyenlerin sadece maharaca saraylarinda konser vermesi bir etiket iken, kendisi halk konserleride vererek bu kalibin disina tasmistir.
1910 yilinda Amerika ve Avrupaya iki kardesiyle birlikte müzik turuna çikmasinda amcasinin süphesiz büyük rolü olmustur. Bir anlamda Dr. Pathan´in Ingiltere´de yapamayip, yarida biraktigini tamamlamaya Bati´ya gelirler. Diger büyük bir etken ise kendisine Sufi dünyasinin kapisini açan degerli mürsidi Abu Hasim Madani´dir. Bu tanismaya kadar Inayat Khan arayis içinde, rastladigi Sufi seyhlerinden talebe olabilme izni istediysede, bir türlü bu imkani bulamamistir. Haydarabath kentine yasli bir dostunu ziyarete gider, ve orada ister kaderin cilvesi, ister ilahi bir tesadüf veya ilahi miknatisvari kuvvetin etkisi diyelim, Mürsidi ile karsilasir. Bu görüsme akabinde, Inayat Khan´in entel bilgisini, atesli arayiciligini ve kabiliyeti sezen Abu Hasim Madani onu talebesi olarak kabul eder. Bu andan itibaren Inayat Khan artik her firsatta hocasi ile birliktedir ve sayisiz sorulari, çözülmemis entel sorunlari vardir. Ama hocasi 6 ay boyunca tasavvufi, felsefi ve metafizik konularyla ilgi tek kelime bile sarfetmez. "Günlerden bir gün en nihayet, metafizik bir konuyla ilgili olarak hocam konusmaya baslayinca bende hemen not defterime sarildim ve söylediklerini not etmek istedim. Fakat nafile. Hocam hemen konuyu degistirip, havadan, sudan anlatmaya basladi. Bu da bana büyük bir ders oldu. Sessizce anladim ki, not defteri benim ilmimin deposu olmamali. Ondan daha büyük bir depo var ki, o da hafizam. Hafizam bu dünyada ve ondan sonrada benimle olacacak."(Mukayese et : Vom Glück der Harmonie, Karima sen Gupta, S.34).
Inayat Khan´in hayatinin süphesiz ayrilmaz iki büyük parçasida
kardesi Mahabub Khan ve kuzen kardesi Muhammed Ali Khan´dir. Bu üç
arkadasin ve kardesin birbirlerine olan yakinligi, sevgisi ve bagliligi dünyada
kurulabilecek dostluklar konusunda güzel bir örnektir ve bu üçünün
vefatina kadar istinasiz devam etmistir. Muhammed Ali Khan, Inayat Khan´dan
bir kaç yas daha yaslidir ve o dogdugunda da büyük bir sevince
kapilmistir. Ali Khan´in yasantisinin ilk yillari dogdugu Rajputan eyaletiin
Dong kentinde geçer. Fiziken güclü bir yapiya sahip olan Ali
Khan ayni zamanda gençliginde güres egitimide almistir. Güres
o zamanlar sadece salt bir fiziki spor dali olmayip, aslinda diger uzak dogu
sporlari gibi manevi bir olaydir.Güresmek rakibi pazu kuvvetiyle ezmek,
yenmek olmayip, maneviyata, ruhaniyete erismekte bir yoldur. Bununda bir göstergesi
Ali Khan´in aldigi ruhani egitimdir. Dogdugu yerde mürsidinden bir
taraftan din egitimi alirken, diger taraftan da güres egitimi görmüs
ve yine ayrica mürsidi ona ruhani yolla hastaliklari tedavi edebilme icazetinide
verir. Baroda´da üç kardes bir araya geldiklerinde artik birbirlerinden
bir daha ayrilmazlar. Hindu veya müslüman olarak ayirim yapmadan,
her firsatta ruhani insanlari, ermisleri ziyaret eden Inayat khan´in böyle
bir ziyarete çikarken, Ali Khan´a yaptigi tek açiklama "çelo"
lafidir: "hadi gidelim". Ve hiç kusku göstermeden, nereye
gidiyoruz bile demeden, kardesleri onu takip etmislerdir. 1910 yilina rastlayan
Avrupa seyahatleride bir anlamda böyle olmustur. Üç büyük
müzisyen gemiye binip, amcalari Dr. Pathan´in idealize ettigi Avrupa´ya
dogru yola çikarlar. Bu artik kardesler için bir daha Hint yasam
sartlarina dönüsü olmayacak olan uzun bir yolculugun baslangicidir.
Hint yasam sartlarinin bittigi kendisini hemen gemide göstermeye baslar,
ama daha onlar bunun farkinda olmayacaklardir. Amaçlari Avrupa´yi
bir kaç seneligine müzisyen olarak kendi açilarindan tekrar
kesfetmek ve dolasmak ve yine geri dönmektir. Yalniz gemide verilen Avrupa
usulü yemekler bir kaç gün sonra isin tadini kaçirip,
dayanilmaz hale gelince, "ya ilk limanda inip, geri dönelim, ya da
bir çare bulalim derler". >arede Muhammed Ali Khan´in güresçiligi
ve iyilestirme yetenegi yani sira, yemek pisirme sanatinida gösterip, yemek
ocaginin basina geçmesiyle bulunur. Ilerki yillarda da Ali Khan yaptigi
helvalar ve pisirdigi pilavlar Sufi çevrelerinde meshur olmustur. Böylece
bu uzun gemi yolculugunuda aç kalmadan atlatan üç kardes,
Ingiltereye iner. O sira daha henüz yeni evlenmis olan Mahbub Khan kisa
zamanda Hindistan´a geri dönecegini ummakta, ve aslinda hanimini
ve Hindistan´i bir daha göremeyecegini maalesef bilmemektedir. Avrupa
ve Amerika seyahatlerinin ilk yillarindan birinde, Mahbub Khan´in esi
Baroda´da gözlerini yumar. Daha sonra Mahbub Khan o sevdigi, dogdugu
topraklara Ali Khan gibi geri dönemez ve yasaminin geri kalan kismini Avrupa´da
geçirir.
Inayat Khan´in Avrupa´da geçirdigi 17 senelik (1910-1927)
yasamini üç enteresan devreye bölebiliriz. Birinci Dünya
Savasina kadar süren zaman içinde Hazret ve kardesleri Avrupa´da
çesitli konserler verirler. Enteresandir ki, bu konserler Avrupa´da
pek ilgi görmez, daha dogrusu konserlere istirak eden kesim Hint müzigine
yabanci oldugundan bu müzigi takdir edemez. Takdir Inayat Khan´in
kisiligine, onun saçtigi ceryana olur. Inayat Khan´a ilgi gösteren
kesim elit, Hristiyanliktan umdugunu bulamayan, yeni bir dünya dinini getirecek
büyük kurtariciyi arayan hali vakti yerinde insanlardir. Bu kisiler
müzikten ziyade onun arkasinda yatan filozofiye ilgi gösterirler.
Hint müziginde aletlerin akorunu yapmak oldukça ustalik isteyen
ve uzun süren bir istir. Konserlerin birinde kardesler podyumda aletlerini
akor etmeye baslarlar. Akor isi uzun sürer, dinleyiciler olaya vakif olmadiklarindan,
akor için çikan sesleri müzik parçalari zanneder ve
bir süre sonra çogu konser salonunu terkedeler. Kardesler akoru
tamamlayip tam konsere baslayacaklari zaman, salonun çogunun bosaldigini
ancak o zaman farkeder. Bu komik olayda Hint müziginin o devirde ne kadar
anlasildiginin bir göstergesidir, kanaatimce. Ancak asil ilgi ve müziksel
basariya Rusya´da erisirler. O tarihte Inayat Khan´in ilk kitabida
basilmistir : "Ruhani özgürlügün bir Sufi Mesaji".
Bu basarinin akabinde artik Hindistan´a geri dönmenin zamani geldigini
düsünen kardesler, Orta Asya üzerinden dönüsü
planladiklarinda Rus makamlari tarafindan Türkistan´a giris vizesi
verilmesi reddedilir. Bu konuda, Inayat Khan ve kardeslerinin müslüman
olmasi, Türkistan´da ki Ruslara karsi ayaklanmalar ve Ruhani Özgürlük
isimli kitabinin engelleyici rol oynamasi muhtemeldir. Türkistan üzerinden
geri dönüs gerçeklesmeyince, bittabi Ingiltere´ye geri
dönerler. Ama bu seferde 1. Dünya Savasinin patlak vermesi onlarin
Hindistan´a gitmelerini engeller ve Londra´da mahsur kalirlar. Londra
devresi maddi olarak hayatlarinin en zor devresidir. Rusya´da konserlerden
elde edilen basariyla artik ailelerinden para destegine ihtiyaçlari kalmadigi
kanisina vardiklarindan, maddi destek isteginden vazgeçerler. Londra´da
ise bu destekten yoksundurlar. Ingiliz makamlari ise siyasi sebeblerden ve savas
halinden dolayi konser ve konferanslar vermelerini yasaklar. Böyle bir
sikinti devresinde Inayat Khan kardesi Mahbub Khan ve Muhammed Ali Khan´i
Sufilikte derin bir tarzda egitir. Londra´da ki savas yillari onlarin
belkide en enteresan yillarindan bir kaçi olmustur. Inayat Khan daha
sonra Fransa´ya geçer, Paris´te Süren semtine yerlesir.
O tarihte yasadigi ve Fazil Menzil ismini verdigi ev halazirda ogul ve kizlari
tarafindan kullanilmakta ve o devrin atmosferini de etkin biçimde tasimaktadir.
Güney Afrikaya yerlesmis Hollanda´li bir genç Inayat Khan´in
eserlerini okuyup, günlerden birinde onun bir toplantisina katilir. O arada
bir an karsi, karsiya gelirler, ve genç büyük bir sevkle, hak
arayisi içinde oldugunu ve Hazret´ín basili bir kaç
kitabini okudugunu söyler. Cevap ise, " o halde Hakikatin kitaplarda
olmadigini, anlatilamayacagini tespit etmissinizdir, herhalde" olur. Bunu
söyleyen Inayat Khan yinede Sufi felsefesini anlatmaya senelerce devam
eder, ve bugün verdigi konferanslardan ciltlerle kitaplar basildigi halde,
daha hala bir çok konferansi ve anlattiklari basilmamistir. Mevlana Hazretleride
Mesnevisine ney´ in sikayetiyle baslar, giris misralarini " bu konu
sözlerle anlatilamaz vesselam " diye bitirir, ama 6 ciltlik büyük
eserini yazmaktan kendini yinede alakoyamaz.
Inayat Khan Sufiligi Avrupa ve Amerikalilara tanitan 20. yüzyilin ilk mutasavvifidir.
Yaptigi is bugün çok eski müzik bestelerini yeni yorumla okuyan
müzisyenlere benzetilenebilinir. O Sufiligi yeniden kesfetmemistir. Kendi
özünü aramis, bu yolda Sufi metodunu kullanmis ve Klasik Sufizmi
modern dünyanin sartlarina uygun olarak Avrupali yada modern anlamda düsünen
insanlar için yeniden yorumlamistir. Bunu yaparkende bazi degisik metodlar
gelistirmis, alisilagelmisligin disinada çikmistir. Mesela talebelerinden
hiç bir zaman müslüman olmalarini talep etmemistir.
"Sufizm ne batiya, ne doguya ne de herhangi bir millete veya dine aittir.
Sufizm insanligin çigligina bir cevaptir"(Inayat Khan´in ses
kaydi). Talebelerine dini konularda sart kosmayan Inayat Khan aslinda burada
Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerinden farkli bir davranista bulunmadiginida
eklemek gerekir. (Gel, gel... Kim olursan ol, yine gel...)
Materyalizm´in hem dogu ülkelerine, hem de batiya getirdigi tehlikeleri
çok iyi görüp analiz yapan Inayat Khan´in bu noktada
diger mistik akimlara nazaran degisik bir tavri vardir. Evet, materyalizm´in
zararlari büyüktür ve yine mistik açidan bu dünya
illüzyon dünyasidir, aslinda ruhani dünyanin gölgesi olarak
vardir. Fakat fiziksel anlamda, bir reellige sahiptir. Bu yüzden de Inayat
Khan dünyevi islevleri, materyelizmin sartlarini reddetmez. Ona göre,
mistik insanin bu dünyadan elini, etegini çekmesine gerek yoktur.
Mistik olmak, kendini tamamiyle maneviyata vermek anlamina gelmez. Önemli
olan fiziki dünyanin ötesinde zihin ve his dünyasinin oldugunu,
ve bunun da ötesinde bir de üçüncü varlik dünyasi
olarak ruh aleminin mevcud oldugunu kabul etmek ve bunu yasamak gerekir. Vücut,
zihin, hisler ve kalb ve ruh. Insani olusturan üç birbirinden farkli,
ama birbiriyle iliski halinde otonom öge.Vücud görülüyor,
zihin, hisler ve kalbi duygular algilaniyor, ya ruh... Iste insanin bir de ruhunun
farkina, bilincine varmasi gerekir. Ruh, insanin asli, özüdür.
Ilahi kismidir ve hilafsiz herkeste mevcuttur. Ruhum var mi bile demek, bir
noktada çok enteresandir, çünkü insanin kendisi ruhudur.
"Günlerden bir gün, bir köyden 11 çiftçi seyahate
çikmis. Seyahatin yarisinda, oturularken, tedbiri elden birakmamak için,
birbirlerine sormuslar. Yola 11 kisi olarak çiktik, acaba kaybolan, geride
kalan varmi? Içlerinden matematigi en saglam olana sayma görevini
vermisler. >iftçi saymis, 10 kisi. Allah, Allah... Bir kisi eksik.
Bir daha, sayar, yine ayni. Derken bir digeri de 10 kisi sayar. Bir daha, bir
daha, hep ayni sayi. Sonra bir bakmislar ki, her sayan kendini hesaba katmiyor,
kendini görmüyor." Iste insan gözü kendisi hariç
her seyi görmektedir. Bir tek kendisini göremez, görebilmesi
için de bir araca ihtiyaci vardir. Ruhun kendi kendisini kesfetmesi insan
yasaminin amacidir ve bunu dünyadan el, ayak çekmeden yapmak mümkündür.
Eger insan bir an bile bu isin tadina varsa, ruhundan bir anlik not tutabilse,
gerisi muhakkak gelecektir. "Her atom mükkemmeliyete ulasmak için
çaba sarfetmektedir. Er veya geç, herkesin varacagi nokta, tekrar
mükemmeliyettir, mükemmeliyetin kaynagidir. Bunda süphe etmeye
gerek yoktur", der Inayat Khan. Eserlerinin birinde insan ruhunu bir babanin
çocugu için bir bankada, ona söylemeden hesap açtirmasina
benzetir. >ocugun bankada 1 Milyon altini vardir, çok zengindir. Ama
hangi bankada, hangi hesap no´suyla oldugunu çocuga söylemez.
Ve çocuk parasi oldugunun bilgisinde olmadan, fakir bir sekilde yasar,
potansiyel olarak çok zengin oldugu halde.
Inayat Khan zaman içersinde en çok sevdigi müzikten de vaz
geçer. Avrupa ve Amerika´da dolasarak sayisiz konferanslar verir.
Cenevrede merkezi olan "Sufi Mouvement" cemiyetini kurar. Her gittigi
sehirde bir Sufi Merkezi açilir. Inayat Khan vasitasiyla dünyanin
çesitli ülkelerinden çok sayida insan Sufizme ilgi duyar,
Sufiligi ögrenmeye çalisir. 1926 Yilinda kardeslerinden ayri olarak
Hindistan´a dönen Inayat Khan 1927 yilinda hayata gözlerini
yumar. Kardesi Mahbub Khan, Muhammed Ali Khan ve Musarraf Khan ise Avrupa´da
kalarak Hazret´in biraktigi yerden devam ederler. Bugün Hazret Inayat
Khan iki oglu olan Pir Vilayat Khan, Pir-o Mursid Hidayat Khan ve yegeni Shaikh-ul
Mashaikh Mahmut Khan Sufizm´i Avrupa, Amerika ve Kanada´da otentik
olarak temsil etmekte ve çok degerli çalismalar yapmaktadirlar.
Amerika, Almanya ve diger Avrupa ülkelerinde sufi gruplari Hazret Inayet
Hanin ögretisini uygulamaya çalismaktalar.